Mecazlar Yoluyla Nitel Veri Toplama
Astronomi biliminin bir alt disiplini olan Kozmoloji dersinde evrenin genişliğini öğrencilerine anlatmakta sorun yaşan bir üniversite profesörü son çare olarak evreni şişen bir balona, yıldızları da balon üzerine yerleştirilmiş noktalara benzetir. Bu benzetmede evrenin genişlemesinin bir sonucu olarak yıldızlar sürekli birbirinden uzaklaşmaktadırlar. Evrenin genişlemesine ilişkin bu mecaz ilk defa 1931 yılında Sir Arthur Eddington tarafından kullanılmıştır ve o günden beri de dünyanın hemen her yerinde bu konuda en yaygın mecaz olarak kullanılagelmiştir. Lightmn devam eder:
Mecaz bilim için yaşamsaldır. Bilimde mesaj pedagojik bir araç olarak hizmet etmesinin ötesinde, kozmik balon mesajında olduğu gibi bilimsel keşiflere de yardımcı olur. Kesin anlamlandırma amacıyla sözcükler ve formüller kullanmasına rağmen fiziksel benzetme yapmadan akıl yürütmek ve zihinsel resimler oluşturmak , topların zıpladığını ve sarkacın sallandığını hayal etmeden bilim yapmak olanaksızdır. Mecaz yoluyla düşünme bilimsel sürecin bir parçasıdır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun çok ünlü bir şiirinden şu iki satırı çoğumuz iyi biliriz:
“Karadutum, çatalkaram, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem”
Ya da Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılan Ulusal Marşımızın şu iki satırını:
“Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!”
“Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal”
Bedri Rahmi’nin şiirinde bütün sözcükler sevgiliyi dolaylı yoldan ve etkili biçimde anlatmak için kullanılmış, Mehmet Akif’in şiirinde ise “al sancak” ve “hilal” sözcükleri, Türk bayrağını anlatmak için kullanılmıştır. Öte yandan Mehmet Akif’in şiirinde kalın işaretlenen sözcüklerde de yoğun mecazlar kullanılmıştır. Al sancak “bayrak” iken “şafaklarda yüzdüğü” resmedilmektedir. İkinci satırda ise “nazlı Hilal’in kaşlarını çattığı” anlatımıyla ulusun içinde bulunduğu zorluklar anlatılmaktadır. Her iki durumda da tanımlamalar güçlü görsellikler içermektedir ve bu da mecazın gücünden gelmektedir. Diğer yandan, Bedri Rahmi’nin ve Mehmet Akif’in şiirlerinden alınan örneklerde ortak nokta, anlatılmak istenen genellikle somut olmayan bir şeyin veya şeylerin başka genellikle iyi bilinen, tanınan, somut olan şey veya şeylere açıklanmasıdır.
Altun mecaz yerine “istiare” sözcüğünü kullanarak bu kavramı şöyle tanımlamaktadır:
İstiare bir sözü benzetme amacıyla başka bir sözün yerine kullanmaktır. Bu sanatta hem mecaz, hem de benzetme özellikleri vardır. İstiarede (mecaz, metafor) üç niteliğin bulunması gerekir:
- Kelimenin gerçek anlamı dışında kullanılması,
- Benzetme amacının bulunması,
- Kelimenin gerçek anlamında kullanılmasını engelleyen bir durumun bulunması
Atatürk 1919’da terk ettiği İstanbul’a 1927 yılında tekrar gelişinde yaptığı konuşmada çok sayıda mecaz kullanmıştır.
Vatandaşlarım!
Sekiz sene evvel, mustarip, ağlayan İstanbul’dan kalbim sızlayarak çıktım. Teşyi edenim (uğurlayanım) yoktu. Sekiz sene sonra, kalbim müsterih olarak, gülen ve güzellemen İstanbul’a geldim, iki büyük cihanın birleştiği noktada, Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği İstanbul, bütün vatandaşların kalbinde yeri olan bir şehirdir. Sekiz sene önce buradan ayrılırken, kalbi yaralı olanlardan biri de bendim. Sekiz sene, heyet-içtimaiyemizin (toplumumuzun) yeni girdiği devrin tarihi, içine aldığı ihtilallerin, inkilapların neticeleriyle doludur.
Aziz İstanbul halkına, sekiz sene evvelki kadar, içinde yedi evliye kuvvetinde bir heyula (hayalet) tasavvur ettirilmek istenen bu sarayın içinde koşuyorum.
Yalnız artık bu saray, zillulahların (Allah’ın gölgelerinin) değil, zil olmayan (gölge olmayan) milletin sarayıdır ve ben burada, milletin bir ferdi, bir misafiri bulunmakta bahtiyarım…”
Ya da 1924 yılında Dumlupınar’da yaptığı şu konuşma da mecazlarla doludur:
“… Medeniyet yolunda yürümek başarılı olmak hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde bekleyenler veyahut bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak bilgisizlik ve gafletinde bulunanlar, umumi medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkumdurlar“
Mecazlar hayatımızın her alanındadır. Bilimden siyasete, edebiyattan ekonomiye en karmaşık düşünceler, anlamlar, açıklamalar, ilişkilendirmeler mecazlar yoluyla anlaşılabilir hale gelir, farklı entelektüel ve bilişsel düzeydeki insanlar birbirlerini anlar hale gelirler. Halk edebiyatımızda da mecazlar yaygın olarak kullanılmıştır. İnsana, evrene, sevgiye, topluma, geleceğe ve geçmişe, iyilik ve doğruluğa ilişkin en karmaşık mesajlar mecazlar yoluyla ifade edilmiştir. Karacaoğlan halk edebiyatımızın temel direklerinden bir ozanımızdır. Halk edebiyatımızın hemen bütün ürünleri mecaz konusunda gerçekten zengindir, ancak Karacaoğlan’ın yeri eşsizdir:
Aşk, sevda, sevgi, tabiat, hasret duygularını saf ve temiz hislere tasvir eden Karacaoğlan’ın şiirlerinde sıfat olarak kullanılan renklerin hemen hemen hepsi görülmektedir. Fakat benzetme, mecaz ve karşılaştırmalar olarak en çok rastlanan ak, ela, al, beyaz, kara, siyah, yeşil, sarı renkleri onun şiirine musiki ahengi vermiş ve bol kullanılmışlardır. Karacaoğlan üslubunun diğer bir özelliği de bu renklerin doğurduğu mecazi dünyaya fazla yer vermesidir: ak eller, beyaz eller, ak kuğu, ak yülü, sarı çiçek, siyah postal gibi benzetmelere sık sık rastlarız. Fakat bunların yanı sıra renkleri temsil eden buğday benizli, kömür gözlü, nur yüzlü, güneş yanaklı gibi mahsus benzetme ögeleri daha çok görülür. Şiirde hüner ve ustalık göstermeye gayret eden Karacaoğlan hayata ve gerçeğe yakın gelerek şiirlerine hikayemsi bir anlatım yüklemiştir. Onun her şiiri, koşması, türküsü, destanı bir maceranın , bir buluşma veya sılanın, bir hayran olma, bozuşma veya ayrılmanın hikayesi gibidir… hemen bütün şiirlerinde Türk güzellerini Anadolu’nun tabiat güzellikleriyle de birleştirmiş, birini ötekinin vasıflarıyla tanıtıp övmeye çalışmıştır.